İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.306
  • 223.507
  • 28.306
  • 223.507
# 09 Haz 2014 23:11:01
Ensar‘dan bir zat vefat etmek üzereydi. Alemlere rahmet Hz. Muhammed [s.a.v] Efendimiz de bu zatın yanında bulunuyor, onunla ilgileniyordu. Efendimiz [s.a.v] ölüm meleği Azrail‘in [a.s] geldiğini gördü ve aralarında geçen konuşmayı şöyle haber verdi.Resûlullah [s.a.v] , ölüm meleğine:

-Ey ölüm meleği, bu sahabeme yumuşak davran; şüphesiz o bir mümindir.“ Buyurdu. Ölüm meleği Azrail (a.s) şöyle dedi:

-Gönlün hoş, gözün aydın olsun; bil ki ben her mümine yumuşak davranırım. Ey Muhammed, şunu bil: Ben bir insanın ruhunu alınca, onun ailesinden birisi feryat ederse, ben ruh elimde olduğu halde adamın evinin kapısında durur ve “Bu feryat da ne oluyor? Vallahi biz bu kimseye zulmetmedik, ecelinin önüne geçmedik, kendisi için takdir edilen vakitten önce gelmedik. Onun ruhunu aldığımız için bir günaha da girmedik. Eğer Allahu Te-ala‘nın yaptığına razı olursanız, sevap alırsınız. Eğer üzülür ve kızarsanız, günaha girersiniz. Sizin bizi ayıplayacak bir durumunuz yok. Hem biz size daha çok geleceğiz. Siz kötü halden sakının, kötü ölümden sakının.“ Derim.

Ey Muhammed! Yer yüzünde köylü-şehirli, iyi-kötü kim varsa, ben her gün onları gözden geçiririm. Ben onların büyüğünü ve küçüğünü kendilerinden daha iyi tanırım. Vallahi Ya Muhammed, Allahu Teala‘nın izni olmadan ben bir sineğin canını almaya güç yetiremem.“

Bu hadisi nakleden Cafer b. Muhammed (rah) demiştir ki:

“Bana şu haber ulaştı: Azrail Aleyhisselam insanları namaz vakitlerinde gözden geçirir. Ölüm anında ruhunu almak için baktığında, eğer o kimse namazlarını muhafaza eden bir kimse ise, melek ona yakın durur, şeytanı ondan uzaklaştırır. Bu arada melek ona:

“Lâ ilâhe illallah Muhammedu‘r-Resûlullah“ sözlerini telkin eder. Bu, gerçekten büyük bir hâldir.“

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.306
  • 223.507
  • 28.306
  • 223.507
# 16 Haz 2014 06:58:20
Bir gün İbn Sina, bir münazara sırasında Ebu Said Ebu’l Hayr’a: ‘’Allah kâinatın neresinde?’’ diye bir soru sorar. Ebu Said bu soruya, Allah’ın mekândan münezzeh oluşuna bir misal olarak şu cevabı verdi:
‘’Ey İbn Sina! Sen hekimsin. Ruhun vücudunun neresinde olduğunu söyle, ben de sana Allah’ın kâinatın neresinde olduğunu söyleyeyim.’’

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.306
  • 223.507
  • 28.306
  • 223.507
# 16 Haz 2014 20:31:01
Allah, küçük şeylere büyük görevler yükler, gurura kapılanlara dersi, en acizlerle verir.
Aczini öğrenmemiş miydi, bir sivrisinekten Nemrud? Kabil almamış mıydı, ilk dersi bir kargadan?
Ebabil kuşları, Kâbe’yi yıkmak için gelen Ebrehe ordusuna, küçük gagalarıyla nasıl fırlatıyordu, küçük kızgın taşları!
Ya Sevr Mağarası’ndaki olay?
Örümcek ağı ile bir çift güvercin, küfrün gözlerini etmemiş miydi kör?

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.306
  • 223.507
  • 28.306
  • 223.507
# 17 Haz 2014 23:38:08
Bu sayfa üyelerinden cok genc bir arkadas ile tanistik.
Kendisi 1 yildir ailesinden gizli namaz kiliyor ve oruc tutuyormus.
Merak ettim, nasil olur da bugüne kadar annen baban hic anlamaz abdest alip namaz kildigini diye sordum.
"Kapiyi kilitleyip 7 kere YA HAFIZ diyorum, cok sükür bugüne kadar yakalanmadim, fakat bu ramazani nasil caktirmadan atlatacagim bilmiyorum" dedi.
Bir tarafta islama karsi olan anne baba, islami gizlice canla ba$la yasamaya calisan evlat.
Bir tarafta evladi namaza baslasin, tesettüre girsin diye yillardir yalvaran anne babalar, rahatligin kiymetini bilmeyen gaflet uykusunda olan gencler...
Imtihan dünyasi i$te...

Çevrimdışı aslı_80

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
# 18 Haz 2014 16:44:29
Bir gün genç bir adam Socrates’e gelir ve “İrfan ve bilgi kazanmak için yüzlerce mil yol yürüdüm... Öğrenmek istiyorum, bu yüzden sana geldim... Bana bilgi verir misiniz” diye sorar...
Socrates, “Gel beni izle” der ve sahile doğru yollanır...
Kendisi ve genç takipçisi suyun içinde yürürler...
Sonra Socrates yoldaşını yakalar ve başını suyun dibine batırır...
Genç adamın zorlu çabalarına rağmen hoca onu suyun altında tutar...
...
Nihayet, adamın direnme gücü tükenince, Socrates genç adamı sudan çıkarır, öğrenci adayını sahile yatırır ve pazar yerine döner...
Genç adam gücünü toplar toplamaz, Socrates’i bulur, ona:
“Sen bir öğretmen ve bilginsin” der kızgınlıkla ve protesto ederek
“Neden bana bu kadar kötü davrandın?...”
...
“Suyun içindeyken” diye sorar Socrates, “Her şeyden çok ne istedin?...”
“Hava istedim” der genç adam... Bunun üzerine Socrates şöyle söyler,
“-Bilgi ve anlayışı hava kadar istediğin zaman, kimseden bunu sana vermesini beklemeyeceksin... Buna her yerde ve her zaman sen sahip olacaksın...”

Çevrimdışı DORUK17

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 569
  • 1.024
  • 569
  • 1.024
# 19 Haz 2014 14:16:26
Yoksul bir çift sofralarındaki çorbayı kaşıklarken önlerinde bir cin belirmiş," üç şey dileyin benden üçünü de hemen gerçekleştireceğim" demiş.adam hergün bol sulu çorbadan bıkmış ki; dileği "tabağımda bir sosis görmek istiyorum"olmuş. karısı kızmış "hay sosis burnuna yapışa emi".Tabaktaki sosis adamın burnuna yapışmış.üçüncü dilekleri de sosisten kurtulmak olmuş.

Anlık kararlardan sakınmak.

daha başka derslerde çıkarabilirsin.

Çevrimdışı aslı_80

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
# 23 Haz 2014 15:36:43
 İYİ NİYET

İyi niyetli ve yardımsever bir arkadaşımla bir gün doğada gezinirken, kozasından çıkmaya çalışan bir kelebek gördük. Kelebek kozanın lifleri arasından sıyrılmaya çalışmaktaydı.

Yardımsever arkadaşım hemen kelebeğin imdadına koştu. Dikkatlice kozanın liflerini sıyırdı ve kelebeğin fazla çabalamadan kozadan çıkmasını sağladı, Ancak kelebek kozadan kolaylıkla çıktıysa da, biraz çırpındı ve uçamadı.

Yardımsever arkadaşımın göz ardı ettiği gerçek şuydu: Kanatlar ancak kozadan çıkma çabalarıyla güçlenir ve uçuşa hazırlanır. Kelebek kendini kurtarma çabalarıyla aslında kaslarını geliştirmekte, kendini ayakta tutacak, güçlü kılacak, uçmaya hazırlayacak hareketleri çabalarıyla öğrenmekteydi.

Yardımsever arkadaşım, işini kolaylaştırarak kelebeğin güçlenmesine engel olmuştu. Kelebek hiçbir zaman özgürlüğü tanıyamadı; hiçbir zaman gerçekten yaşayamadı…

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.306
  • 223.507
  • 28.306
  • 223.507
# 24 Haz 2014 20:00:53
FAKİR HIRSIZ
---------
Medine'de kıtlık yaşanmaktadır. Aç bir Müslüman bir bahçeye girerek ağaçlardan hurma toplar ve yer. Fakat bahçe sahibi tarafından yakalanır. Dövülür ve yediği hurmalara karşılık olarak elbiselerine el konulur. Sonra da fakir hırsız, yanında kendini döven ve soyan bahçe sahibi olduğu halde Hz. Muhammed (asv)'in yanına gelir. Fakir hırsız gördüğü davranıştan ötürü bahçe sahibini şikâyet eder. Hz. Muhammed (asv) her ikisini de dikkatle dinledikten sonra bahçe sahibine döner:
"O cahildi, sen ona öğretmeliydin; o açtı, sen onu doyurmalıydın."
Bahçe sahibi önce fakir hırsızın elbiselerini iade eder, sonra da ona attığı dayağa bedel olarak kendi ambarından yüz seksen kilo buğday verir.
(Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, I/44.)

Çevrimdışı yavyil69

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 172
  • 811
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 172
  • 811
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 24 Haz 2014 20:09:17
Hz. İbrahim ve Karınca:

Nemrud, ona karşı gelen İbrahim peygamberin ateşte yakılması emrini vermiş. Meydanda odunlardan büyük bir yığın yapıp odunları tutuşmuşlar. O kadar büyük bir alevmiş ki bulutlara kadar yükselmiş. Bütün hayvanlar ateşten korkmuş kaçmış.  Nemrud, ne güçlü bir kral olduğunu herkes anlasın, görsün istemiş. Nemrud’un askerleri İbrahim peygamber’i mancınıkla ateşin tam orta yerine atacaklarmış.

Bu sırada göklere kadar varan ateşe doğru bir karınca ağzında küçücük bir damla su ile telaşla gidiyormuş.  Başka bir karınca onun bu telaşını görüp sormuş:

 - Acele ile nereye gidiyorsun?

Telaşla yetişmeye çalışan karınca, ağzındaki bir damla suyu ellerinin arasına alıp cevap vermiş:

- Haberin yok mu? Nemrud, İbrahim peygamberi ateşe atacakmış.  Meydana ateşin olduğu yere su götürüyorum.

Diğer karınca kahkahalarla gülerek demiş ki:

- Senin yanan büyük ateşten haberin yok mu? Ateşe hiç bakmadın mı? Ne kadar büyük, senin bir damla suyun ateşe ne yapabilir ki?

Bir damla su taşıyan karınca:

- Olsun, hiç olmazsa hangi taraftan olduğum anlaşılır.

Çevrimdışı yavyil69

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 172
  • 811
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 172
  • 811
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 24 Haz 2014 20:36:01
Göl Olmak:

Hintli Bir usta, çırağının mutsuz bir şekilde devamlı her şeyden şikayet  etmesinden usanmıştır. çırağına bir ders vermek ister ve çırağını tuz almaya gönderir. Çırak, tuz almaya beni niye gönderdi diye şikayet ederek döner. Usta, bir avuç tuzu bir bardak suya atıp karıştırıp, içmesini söyler.

Çırak, tuzlu suyu içer içmez tükürmeye başlar.
Usta sorar:
- Tadı nasıl?
Çırak öfkeyle cevap verir:
- Tadı berbat, acı
Usta gülümser, çırağını kolundan tutar ve dışarı çıkarır. Az ilerdeki gölün kıyısına götürür ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyler. Suyu içen çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken, usta tekrar sorar:
- Tadı nasıl?
Çırak cevap verir:
- Tadı çok güzel, ferahlatıcı
- Tuzun tadını aldın mı?
diye sorar usta,
- Hayır suyun tadından başka tat almadım.
diye cevaplar çırağı. Usta, gölün yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturur ve şöyle der:
- Yaşamda kederler, sıkıntılar tuz gibidir, ne az, ne de çoktur. Sıkıntın olduğunda yapman gereken tek şey sıkıntı veren sorunla ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sorunlarla başa çıkarken sen de bardak gibi değil, göl gibi olmaya çalış.

Çevrimdışı z.taskulak

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 142
  • 366
  • Türkçe Öğretmeni
  • 142
  • 366
  • Türkçe Öğretmeni
# 26 Haz 2014 14:49:43
İki öfkeli adam bir garibanı sürükleyip sokakta yürüyen kadı efendinin önüne yıkarlar. O mahallede yaşayan dört yaşındaki çocuk, arkadaşlarıyla birlikte olay yerine koşar. O iki kişi yere yığdıkları adamdan şikâyetçidirler. Davacılardan biri alelacele anlatmaya başlar:
— Efendim biz üç arkadaştık. Birlikte bir iş yaptık ve bu işten iyice bir para kazandık. Yalanı yok ya birbirimize itimadımız yoktu. Paramızı hepimizin güveneceği birine, yani buna emanet ettik ve altını çize çize, üçümüz birlikte gelmedikçe bu parayı hiç kimseye veremeyeceksin diye tembihledik. Ama o bize hıyanet etti.
Kadı yaka paça sürüklenen adama bakar:
—   Doğru mu söylüyor bunlar?
— Doğru efendim ama eksik.
— Nasıl yani?
— Evet, bunlar dün akşam bana bir kese para bıraktılar ve birlikte gelmedikçe hiçbirimize verme dediler. Ancak henüz elli adım bile gitmeden içlerinden biri geri geldi ve altınları istedi. Uzaktan “bakın veriyorum” diye bağırdım, bu ikisi de kafa sallayıp “tamam” dediler. Söyleyin başka ne yapabilirim ki?
Kadı bu kez diğerlerine döner:
—   Peki, buna ne diyeceksiniz?
— Onu da açıklayalım. Keseyi emanet edip giderken şimdi burada olmayan arkadaşımız aniden durdu. “Bütün paramızı emanetçiye bıraktık ama bu akşam ne yiyeceğiz?” dedi. Biz de harcanacak kadar bir şeyler almasına izin verdik. Hepsini alıp kaybolacağını nereden bilebilirdik?
— Hımmmm. Şimdi iş açığa çıktı. Arkadaşınız paraları alıp kaçtı desenize.
— Evet, ama biz emanet verdiğimiz adamı tanırız. Ona üstüne basa basa “üçümüz birlikte gelmedikçe verme” dedik mi, dedik. O da bunu kabul etti mi, etti. Uyanık olaydı da aldanmasaydı. Madem bir saflık yaptı, ceremesini çeksin, bedelini kesesinden ödesin.

Ödesin demek kolay ama adam o kadar parayı verecek güçte değildir. Zaten üzgün ve bitkindir. Ağlamamak için dudaklarını ısırır ve büyük bir teslimiyetle boynunu büker. Zor duyulan titrek bir sesle:
—  Hatalıyım efendim der, cezama razıyım.
Hava bir anda emanetçinin aleyhine döner. Merhametli kadı gözlerini kısar, sakalını sıvazlar. Bir çıkış yolu arar… Arar ama nereye kadar? İşte tam bu sırada kalabalığın arasındaki küçük çocuk adamın elinden tutar:
— Ağlama be amca der, kendini niye üzüyorsun ki?
— Nasıl üzülmem be gülüm, başıma gelenleri duydun işte.
—Sen gel beni dinle ve de ki: Kese bende.
—Haydi, istediğin gibi olsun. Diyelim ki kese bende olsun.
—Emaneti almaları için bunların üç kişi birlikte olmaları gerekmiyor mu?
—Gerekiyor.
—Öyleyse söyle onlara getirsinler arkadaşlarını, alsınlar paralarını!

Ne berrak bir muhakeme ve ne müthiş bir zekâ değil mi? Eh yıllar sonra İmam-ı Şafi diye anılacak bir çocuk başka nasıl olabilir ki?

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.306
  • 223.507
  • 28.306
  • 223.507
# 28 Haz 2014 17:15:17
MUHTEŞEM BİR HİKAYE / MUTLAKA OKU

Evlendiğimden beri annem evime ilk defa geliyordu. Daha önce eşya yerleştirmeye gelmişti ama bu başkaydı. Evimi güzelce temizleyip yemekleri yaptım. Öğleye 1 saat kalmıştı neredeyse gelir derken. Zil çaldı ve annem geldi.

Ev hediyesi diye birde hediye getirmişti. Paketi açınca şok geçirdim içinden kullanılmış sünger çıktı.

Sordum anneme senin yatak odandaki aynanın üzerinde duran sünger mı bu diye evet dedi. Evde temizlik bezleri vardı ama bunu da kullanırım dedim. Annem bunu kullan diye getirdim ama temizlikte kullan diye değil dedi.. Yaa peki nasıl kullanacağım dedim geçmişe sünger çekmek için kullanacaksın dedi. anlamamıştım.

Anneannem ve dedem hep kavga ederlermiş anneanneme dedem geçmişe bir sünger çek dermiş ama anneannem bunu hiç yapamazmış. Dırdırları ile dedemi bıktırırmış.

Peki neden kadınlar geçmişe sünger çekiyor da erkekler çekmiyor dedim anneme annem çünkü erkekler unutkandırlar geçmişi hatırlamazlar kadınlar ise hassastır kendilerini üzen hiçbir şeyi unutmaz aklına geldikçe acı çeker ve etrafındakilere de acı çektirirler dedi.

Anneannem de hatasının farkında olduğu ama düzeltemediği için anneme nasihat amacıyla onun ilk evlendiği zaman ev ziyaretine bu hediye ile gitmiş.

Bize yaptığın taze kuru fasulye ve pilavını afiyetle yedik karnımız doydu dedi. Ama bayat yemeği önümüze çıkarsan keyifle yiyemez tam doymadan kalkardık dedi. Evlilikte böyle bişey işte yavrum geçmiş konuları bayat yemek gibi ısıtıp getirirsen bir kaç ısıtmadan sonra tadı kaçar karın doyurmaz hale gelir. Ama geçmişe sünger çekersen tadınız hiç kaçmaz .

Çevrimdışı zuli

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 94
  • 140
  • 94
  • 140
# 28 Haz 2014 17:22:35
Hacile hocam ne kadar güzel bir hikaye gönlüne sağlık inşallah uygulamayı basaririm

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.306
  • 223.507
  • 28.306
  • 223.507
# 29 Haz 2014 09:08:40
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi dahiliye uzmanı Sibel Boyvada’ya 1999 yılında bir hasta gelir, yaşlı bir köylü teyze. Hastane tıklım tıklım kalabalıktır. Sibel, hastayı muayene eder ; kesin teşhis için bazı tahliller gereklidir. Kadına gerekli talimatları verir, “ Şu, şu tahlilleri yaptır, gel” der. Yaşlı teyze başını öne eğer, ve konuşmaz. Sibel tekrar “ Hadi teyzeciğim bu tahlilleri yaptır, gel, ben sana gerekli tedaviyi başlatacağım.” Der. Teyze başını yerden kaldırır, ağlamaya hazır gözlerle “ Doktor hanım, benim köye dönecek param yok. Nasıl yaptırayım o tahlilleri?” deyince, Doktor Sibel ‘in yapacak birçok işi olmasına rağmen, bırakır işini, alır teyzeyi koluna, koridor koridor dolaşırlar tahlilleri tamamlarlar.

Tekrar dahiliye bölümüne gelirler. Sibel gerekli ilaçları yazar, tedavisi için gerekli tembihleri de yapar.

Bu Egeli yaşlı köylü teyze, doktor hanımı dinlerken hep gözleri yerdedir.

Tam teyze gidecekken, Sibel’in aklına “yol parası” lafı gelir. “Teyze, al bakalım bu parayı” diyerek köye gitmesine hayli hayli yetecek bir para verir. Teyze önce almak istemez; ama sonra “ Yavrum, köye dönecek param yoktu, sağ ol, Allah senden razı olsun kızım” diye teşekkür üzerine teşekkür ederek ayrılır.

Dr. Sibel, sıra bekleyen onlarca hastayla ilgilenmeye, muayenelerine devam eder.

Aradan bir saat kadar bir süre geçer. Sibel bir bakar ki teyze kan ter içinde, kalabalığı yarmış, oflaya pofluya geliyor. Ege Üniversitesi Hastanesi’nden Bornova anayolu o yaşta bir hanım ,için az buz bir yol değildir.

Sibel şaşkın, herhalde bir kağıdını veya reçetesini unuttu diye düşünür. “ ne oldu teyze?” diye sorar.

Teyzenin yüzünde koca bir gülümseme vardır bu sefer.

“Kızım, ben anayola çıktığımda bir köylüme rastladım. Meğer o, minibüsle zaten köye dönüyormuş. O beni köyüme götürecek. Sen paranı al kızım. Çok sağ ol. “

Bu sefer Sibel Boyvada’nın gözleri dolar. Teyzeyi öper, koklar gönderir.

O akşam Allah’a dua eder, hala dürüst insanlar var olduğu için.

Sibel Boyvada, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde çok başarılı bir doktor. Aslında beni bu başarısı pek ilgilendirmiyor.

İnsanlara yardım etmek için yeşil gözlerinin ardında hep bir ışık var, o ilgilendiriyor. Çok insan tanıdım gözlerinde hiç o ışık yoktu. Gözünde o ışık olanları hep tanırım, azdırlar; ama hayatınızı aydınlıkla doldururlar. Belki de hepimizin kalbinde o ışık var; ama yavaş yavaş söndürüyorlar. Olanların da gözlerinden dışarı yansımıyor.

Allah’ım, sen çocuğumun kalbine de o ışıktan yerleştir. Gözlerinden dünyaya yansımasını ise, bana bırak. Söz veriyorum, gözüne o bulanık perdenin inmemesi için çok çalışacağım.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.306
  • 223.507
  • 28.306
  • 223.507
# 29 Haz 2014 21:45:44
Ya bizim de komşumuz açsa?
“Yemek sofrasındayız. Bir yandan yemeğimizi yiyor, diğer yandan anlatılanlar üzerinden kopan kahkahalar duyuluyor. Bir ara yanımdaki arkadaş eşinin de aralarında bulunduğu birkaç hanımın fakir bir komşuya yardım edişlerinden söz ediverdi.
İşsizmiş, çocukları varmış, kimsesi yokmuş, fakirmiş. Buzdolabında ne var diye bakmışlar, sadece dört tane zeytin bulmuşlar. Evdeki bütün yiyecek buymuş. Ansızın sesler kısıldı, bakışlar dondu ve konuşmanın akışı yardımlaşmanın önemine dönüştü.
O an iki anne canlandı zihnimde. Birisi çocuğuna burs arıyordu; ama evleri, arabaları ve bir de az çok geçindiren bir maaşları vardı. Diğer anneyi ise kocası terk etmiş, dilenmekten utandığı için kapandığı bir bodrumda, bebeğiyle birlikte aç geçen aylardan sonra bulunmuş. Anne de bebek de bir deri bir kemik; hayatla bağları ha koptu, ha kopacak.
İnsanları aç ve çaresiz bırakanlara öfke duyuyor vicdan; ama olup bitenleri üzerine alınıyor mu? Akrabalık ve komşuluk olmazsa insan insanın halini nereden ve nasıl bilecek? Asıl muhtaç kimse, onurunun dilenmesine izin vermediği kimsesiz ve fakir kimsedir. Birisi köşesinde aç ve çaresiz kalmışsa, onun bütün akraba ve komşularının mallarına el koymak adalet olurdu. Buzdolaplarımız ağzına kadar dolu ve bayat ekmeklerimiz çöpe giderken, evinde dört zeytinle günü geçirmenin ümidindeki komşunun hesabını nasıl vereceğiz?
Bilhassa bu mübarek Ramazan ayında daha çok düşünmeliyiz, çevremizi gözlemeliyiz, yardım vakıflarını hatırlamalıyız. Akrabalarımızdan ve komşularımızdan haberimiz var mı? Allah kimseyi aç ve çaresiz bırakmasın. ‘Hayır; siz yetime ikram etmiyorsunuz. Yoksulu doyurmaya birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.’ (Fecr 17-18) ayeti bizi uyarıyor. Ürperiyoruz. Rabbimiz bize hayır kapılarını açsın ve bize razı olacağı iyilikler yapmayı nasip eylesin. Dr. Muhammed Bozdağ

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK