Anlamlı Yazılar

Çevrimdışı hafız ahmet

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.068
  • 20.093
  • Okul Müdürü
  • 4.068
  • 20.093
  • Okul Müdürü
# 09 Tem 2013 15:00:49
Mutluluk üzerine düşünmek, çocuksu bir hayal dünyasına alır götürür beni. İyilerin kötülerin birbirinden net olarak ayrılabildiği; iyilerin tümüyle iyi, kötülerin tümüyle kötü; iyilerin, doğruların eninde sonunda hep kazandığı masallara, eski Türk filmlerine... Masalların sonlarında rastlanan “gökten üç elma düştü” mutluluğu gelir aklıma. Hoş bir mutluluk içinde hissederim kendimi: her şey sanki kendiliğinden ve doğal olarak iyi olacak; sanki birileri sihirli bir şeyler yapacak, her şey birden değişiverecek ve sonsuzluğa uzanacak. Oysa gerçek öyle midir? Mutluluk nerededir, nasıl elde edilir, hatta mutluluk nedir bilinmez. Mutluluk tek başına ne sevinç ne neşe ne de başarıdır… Belki de en çok taşan bir coşku ve dingin bir iç huzurudur… Herkese uyan bir mutluluk tanımlanamaz; herkesin mutluluğu kendine göredir, kendine özgüdür. Mutlu olmak için her şeyi olduğu düşünülen mutsuz olabilirken, yokluk ve yoksunluk içinde yaşayan bir başkası mutlu bir hayat sürdürebilir.

Mutluluğun kendiliğinden geleceğini düşünmek büyük bir yanılgıdır. Mutluluk ancak büyük bir emek harcanarak elde edilebilir. Fakat ne yapılabileceği konusunda herkese uygun bir mutluluk reçetesi sunulamaz. Herkes kendini mutsuz hissettiği zamanlara bakarak, kendisi için birtakım ipuçları bulabilir. Fakat mutsuzluğu yenmek, mutlu olmanın garantisi değildir. Birçok kişiye göre daha mutlu olan insanlara bakmak da bazı ipuçları verebilir insana, fakat aslolan kendine özgü mutluluk kaynakları bulmaktır. Yine de bu yazıda diğerlerine göre daha mutlu bir yaşam sürdüren insanların bazı özellikleri verilecektir. Diğer insanlara göre daha mutlu insanlara baktığınızda şunları görürsünüz: Mutlu insan, güçlü ve zayıf, iyi ve kötü yönlerini, sınırlarını, neyi yapıp neyi yapamayacağını bilir; rahatsızlık duymadan bunları kendisinin bir parçası olarak görür. Kendisini tanır. Kendisini ve diğer insanları olduğu gibi kabul eder. Başkasını değiştirmek için zorlayıcı bir çaba içine girmez. Olumsuz, zayıf ve kötü yönleri için kendisine anlayışlı davranır. Kusursuz olmadığını bilir ve kendini kusursuzmuş gibi davranmak zorunda hissetmez. Güçlü ve iyi yönlerini, kendini ve çevresindekileri geliştirmek için cömertçe kullanır.

İsteklerine ve gereksinimlerine sahip çıkar. Diğer insanları yok saymadan kendi isteklerine sahip çıkar ve onları gerçekleştirmeye çalışır. Kendi istek ve gereksinimlerinin bazen gerçekleşemeyeceğini bilir ve elde edemediklerinden dolayı kimseye düşmanlık hissetmez. Ne öç alma peşine düşer ne de kin tutar. Hem kendini hem başkasını affedebilir.

Kendisini sever ve kendisine güvenir. Kendisiyle barışıktır. En az kendisini sevdiği kadar başkalarını da (kuşku, haset ya da kıskançlık duymadan) sever. Başkalarının kendisini sevdiği konusunda hiçbir şüphe duymaz. Herkesi sevmek zorunda olmadığını, kendisini de herkesin sevemeyeceğini kabul eder. Kendi becerilerine, güçlerine güvenir. İyi bir insan olduğunu, her türlü iyilik ve ödülü hak ettiğini düşünür. Kendisine yanlış yapma hakkı tanır. Kendi hatalarına gülebilir. Başarısızlıklarından ve yaşadıklarından ders almasını bilir.

Sıradan başarılardan bile zevk alır. Yarışmaktan çekinmez, fakat hayatın yarışmaktan ibaret olmadığını görür. Kaybettiğinde bunun dünyanın sonu olmadığını bilir, kazandığında ise bunun keyfini çıkarabilir. Hobileri vardır. Yaşam onun için işten ya da mesleki başarılardan ibaret değildir. Arkadaşları vardır ve sürekli arkadaşlıklar kurabilir. Diğer insanları küçümseme gereksinimi duymaz. Herkesin kendisine göre doğrularının olacağını bilir. Çevresindekileri olduğu gibi kabul eder ve zorlayıcı bir değiştirme çabası içine girmez.

Sevdiği işi yapar ya da yaptığı her işin sevilecek bir yönünü bulur. İşini sanki hobisiymiş gibi yapar. Yapması gerekenleri gerektiği biçimde yaptığını düşünür. Eşine, çocuklarına ve sevdiklerine zaman ayırır. Onlarla birlikte olmak hayatının en keyifli anlarıdır. Doyumlu cinsel yaşamı vardır. Geleceğe umutla bakar. Geleceği kurmaya çalışır, fakat gelecek için bugünü ıskalamaz. Mutlu olmayı sürekli başka bahara ertelemez.
Başkalarının düşüncelerini dinler ve onlara saygı duyar. Her çatışmayı ya da anlaşmazlığı, mutlaka kazanılması gereken bir meydan savaşına dönüştürmez. Öfkesini hisseder, fakat öfkesine kapılmaz ve öfkesini denetleyebilir. Mutluluk onun için ulaşılacak bir hedef değildir. Mutluluğun yaşam içinde, yaşarken hissedilen bir hazine olduğunu bilir.

Çevrimdışı bergüzar

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.141
  • 10.627
  • Okul Müdürü
  • 1.141
  • 10.627
  • Okul Müdürü
# 10 Tem 2013 13:46:58
"Özgürlük ile demokrasi birbirine düşman olabilir"
Batı entelijansiyasının bir türlü bitiremediği "İslam'la demokrasi bağdaşır mı" şeklindeki bitmez tükenmez tartışma, anlaşılan sonunda geldi "Özgürlükle demokrasi bağdaşır mı" noktasına dayandı.

İnanması zor ama Financial Times'ın son sayısında yer alan makale bu soruya "bağdaşmaz" yanıtını veriyor. Gideon Ranchman imzasını taşıyan makalenin başlığı şöyle: "Özgürlük ile demokrasi birbirine düşman olabilir."(Bir yandan sittin senedir 'İslam ile demokrasi bağdaşmaz' deyip durmak; bir yandan da Müslümanların demokratik yoldan iktidara geldiği her yerde onları olabilecek en antidemokratik yoldan alaşağı etmek ne biçim bir çelişkidir Ya Rabbi…')

Peki hangi durumlarda olabilir? Ranchman'ın ifadesiyle, Türkiye ve Mısır'da olduğu gibi, "varlıklı ve eğitimli kentsel elitin ülkenin geri kalanının oy üstünlüğüne yenik düştüğü" durumlarda!
İşte böyle durumlarda elitlerin oyunun kuralını bozup, "özgürlük" adına demokrasiyi darbecilere ezdirme hakkı doğar...


"İslamcı ton"..."Otoriter hisler"

Yazı elbette teorik bir yazı değil. Liberalizmin kütüphanesini dolduran ciltler dolusu kitapta bol bol okuduğumuz, özgürlükle demokrasi arasındaki ilişkiyi, önceliği veya gerilimi inceleyen makalelerden birinden bahsetmiyoruz. Sözünü ettiğimiz makale, siyasi pozisyon olarak son derece sıkışık bir duruma düşen Batılı darbeci elitlere can simidi uzatmak üzere yazılmış...

Başvurulan yöntem ise çok tanıdık: Ranchman önce Erdoğan ve Mursi'yi son derece genel ve soyut bazı suçlamalara dayanarak otoriter ilan ediyor.

Bunu yaparken kullandığı deyimlere, dayandığı argümanlara bakın:
Mursi, basına baskı oluşturmuş. (Kaç gazete kapatmış, kaç gazeteci tutuklatmış, bilgi yok.) Kadınların ve azınlıkların haklarını koruyamamış. (Dikkat edin, ortadan kaldırmış diyemiyor ancak koruyamamış diyor.) Topluma gittikçe daha İslamcı bir ton aşılamış. (Dikkat edin; İslam'ın şu kuralını dayatmış diyemiyor, İslamcı ton aşılamış diyebiliyor.) Ve bir de, seçmenden değil, Tanrı'dan emir aldığını düşünen bir partiymiş!


İşte bütün bunlardan dolayı da, "Mısır'daki liberaller, demokratik seçimlerle başa geçen Mursi hükümetinin askerler tarafından devrilmesini, onu başlıca reformlara tehdit olarak gördükleri için desteklemişler." (Yine dikkat edin, reformları engelledi diyemiyor, reformlar için tehdit olarak görüldü diyebiliyor.)

Erdoğan'a gelince...
O da tıpkı Müslüman Kardeşler gibi, temel hakları kısıtlamış, yargıyı baltalamış, gazetecileri korkutmuş ve laik Türkler'in özgürlüklerini tehdit eden bir İslamcı politika izlemiş.

Zaten Recep Tayyip Erdoğan gibi otoriter hislere sahip (otoriter diyemiyor, otoriter hislere sahip diyebiliyor ancak) popülistler başa geçtikten sonra köylerde yaşayan 'gerçek halka' odaklanıp orta sınıfın değer verdiği özgürlükleri rahatça çiğneyebiliyormuş!

Çamur at izi kalsın

İşte bir iktidarı karalamak bu kadar ucuz...
AK Parti hangi temel hakları kısıtlamış? Yargıyı nasıl baltalamış? Laik Türkler'in özgürlüklerini hangi politikalarıyla ya da çıkardığı hangi yasalar ile tehdit etmiş? Hangi alanlarda İslamcı bir politika benimsemiş?

Bütün bunlara somut cevaplar vermenize gerek yok. Bütün mesele imajı bozmak... Darbeci Batı da onların Türkiye'deki müttefikleri de bu "imaj bozma" oyununu çok iyi bilirler. Atarsınız çamuru yapışmasa da izi kalır. Kırk kere "diktatör" derseniz, insanlar sonunda demek ki bunu söyleyenlerin bir bildiği var diye düşünmeye başlar. Sosyal medya da emrinizde nasıl olsa...

Her türlü tahrifatı, tezviratı ve manipülasyonu devreye sokarsınız, istediğiniz "diktatör" profilini yaratırsınız. Bir de on-on beş bin kişiyi sokağa döktünüz mü, tablo tamamlanır. İnsanlar sokağa döküldüğüne göre, diktatörlük var demektir! Siz onun diktatör olduğunu ispatlayamamışsınızdır ama sonunda o yaftadan kurtulmak, diktatör olmadığını ispatlamak da ona düşer.
Tabii o zamana kadar bir darbeyle alaşağı edilmemişse...

Seçim hakkı ilk değil, son


Yazarımız yazısını şu inciyle bitiriyor:
"Bu tür hareketler Batı'da özgürlüklerin seçimden geldiği varsayımını çürütüyor. Aslında Batı'nın kendi geçmişine bakacak olursak seçim hakkının ilk değil son geldiğini görürüz."

Öyle ya... Eğer "demokrasi ve özgürlüklerin beşiği" diye anılan bir coğrafyanın entelektüeli isen Mısır'da darbeci subayları desteklemeyi nasıl *justifike edebilirsin? Ancak demokrasinin karşısına ondan daha üstün bir değerle dikilerek...

Demokrasiyi "özgürlük idealine" kırdırmaya çalışan bu laf kalabalığını bir yana bırakıp duruma bakacak olursak şunu söyleyebiliriz ki, bu başlığı taşıyan böyle bir makalenin Financial Times'ta yayınlanabilmesi, liberal demokrasinin teorisini yaratan Batı'nın kendi entelektüel geçmişinin inkarıdır. Eski kıt'anın hem siyaseten hem de zihniyet dünyası olarak hızla dinozorlaştığının ilanıdır.

Bu gerçekten hüzün verici bir durum. Ama karamsar olmayalım. Malum, siyaset boşluk kaldırmaz. Bakarsınız, liberal demokrasinin ihtiyacı olan yeni soluk hiç beklenmeyen bir yerden gelir. Bakmışsınız, yeni gelişen demokrasiler kendi acılı tecrübelerinden öğrendikleriyle liberal demokrasinin bütün insanlığa örnek olacak yeni örneklerini süzmüşler.

Bu konudaki en kuvvetli adayın Türkiye olduğuna kuşku yok. AK Parti'nin sırtında o kadar büyük, o kadar hayati, o kadar tarihi bir görev var ki...

Çevrimdışı hafız ahmet

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.068
  • 20.093
  • Okul Müdürü
  • 4.068
  • 20.093
  • Okul Müdürü
# 11 Tem 2013 08:35:56
Bir gün Efendimiz (sav), Hz. Ali'ye sorar der ki;
- Ya Ali Allah'ı seviyor musun?
- Evet, Ya Resulullah
... - Peki, Beni seviyor musun?
- Evet, Ya Resulullah
- Peki, eşini seviyor musun?
- Evet, Ya Resulullah
- Peki, çocuklarını seviyor musun?
- Evet, Ya Resulullah
- Peki, bu kadar sevgiyi bir kalpe nasıl sigdiriyorsun?
Diye sorunca, Hz. Ali bu beklemediği soru karşısında şaşırmış ve cevap verememişti. Bunu düşünmem gerek deyip oradan
ayrılmıştı.
Hz. Ali düşünceli bir şekilde dolaşırken eşi Hz. Fatıma annemiz düşünceli olduğunu fark edip kendisine sorarak, nedir bu hal ya Ali
der.
Eğer bu düşünceliliğin dünyevi kaygılardan dolayı ise sana yakışmaz bırak gitsin. Yok,
bu halin, Rahman'i kaygılardan dolayı ise, anlat birlikte çözüm bulmaya çalışalım der.
Hz. Ali, Efendimizle geçen diyalogu bir bir Hz. Fatıma'ya anlatır. Hz. Fatma durumu öğrenince tebessüm eder. Hz. Ali'ye derki;
- Ya Ali babama git ve deki, kişi Allah'(cc)ı aklıyla ve ruhuyla sever,
Peygamberimizi (sav) kalbiyle sever, eşini nefsiyle sever, çocuklarını ise şefkatiyle sever.
Hz. Ali aldığı bu cevap karşısında memnun olur ve hemen Efendimizin yanına gelir.
Hz. Fatıma annemizden öğrendiklerini efendimize anlatır. Efendimiz cevabı alınca tebessüm eder.
Ve der ki ya Ali bu bana getirdiğin gül, nübüvvet ağacından koparılmıştır..

Çevrimdışı m1m2a3h4

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.201
  • 2.357
  • 1.201
  • 2.357
# 11 Tem 2013 11:26:42
İlkokulda kokulu silgisi ve 24'lü pastel boya takımı olanlar vardı. Bir de önlüğü yırtık olanlar... Kırmızı çoraplı, çok havalı bir kız vardı mesela. Bütün sınıf o kızı seviyorduk. Evden ekmek arası peynir getirenlerimiz vardı. Çikolata yiyenler ve çikolatanın tadını bilmeyenler... Çöp kutusunun etrafında konuşanlar falan. Sonra bir arkadaşım vardı epey fakirdi. Önlüğünün içine kazak giyiyordu, montu yoktu. Okuldan mont dağıttılar montu olmayanlara... Bot falan da verdiler. Bütün sınıf önünde adları okundu, botları ve montlarını aldılar. Çocuktuk anlamıyorduk. Bu işte bir kötülük, bir çocuğun onurunun çiğnenmesi vardı.. Evet, eğitimci olmalarına rağmen o günlerde bizim öğretmenlerimiz bunu düşünememişti. İlerde öğretmen olursanız siz düşünün mesela. Dünyada adalet yok demek kolay, adaleti belirleyenler biraz da biz değil miyiz? Adalet sendin.

Dönüp dolaşıp bulamadığımız şeydir belki de adalet.

Çevrimdışı s.kahya

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.773
  • 33.608
  • Müdür Yardımcısı
  • 8.773
  • 33.608
  • Müdür Yardımcısı
# 12 Tem 2013 00:44:37
Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış.

Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş ve onu 'Renklerin Ustası' anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş.

Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş.

Ranga Guru ise;

- Sen artık ressam sayılırsın Raciçi. Artık senin resmini halk değerlendirecek, diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmış ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor. Çok üzülmüş tabi. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki. Alıp resmi götürmüş Ranga Guru'ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş.

Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru'ya götürmüş. Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru. Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte... Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş.

Raciçi denileni yapmış.

Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da, boyalar da kullanılmamış. Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru'ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış.

Ranga Guru ise;

 Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşabileceğini gördün.

 Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.

Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi.

 Sevgili Raciçi, mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın. Emeğinin karşılığını ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın. Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur.

 Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma.

Çevrimdışı melih_6361

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.212
  • 2.211
  • 1.212
  • 2.211
# 12 Tem 2013 00:50:48
Bir sultan rüya aleminde dişlerinin önden arkaya doğru döküldüğünü görür. Gördüğü rüyanın yorumunu yaptırmak üzere rüya yorumcularından birini huzuruna çağırır ve ondan gördüğü rüyanın tabirini ister.
"Sultanım!" diye cevap verir tabirci, "O kadar uzun yaşayacaksınız ki, bütün oğullarınızın ölümlerini göreceksiniz."
Sultan,oğullarının ölümünden bahseden tabircinin sözlerine öfkelenir, muhafızlarına adamı zindana atmalarını emreder.
Sonra başka bir tabirciyi çağırır ve aynı... rüyayı ona da anlatır.
"Sultanım!" der bu defaki tabirci,"Allah size o kadar bereketli ve uzun bir ömür hediye edecek ki, evlatlarınızın hepsinin mutluluklarını göreceksiniz ve hepsinden uzun yaşayacaksınız."
Sultan bu habere çok sevinir ve tabirciye kese kese altın ihsan eder.
İki tabirci de aynı şeyi söylemişti;ama ilki,söyleyeceklerini incelikten uzak, yalın bir üslupla dile getirmiş,ikincisi ise insan duygularını gözeten ince ve ustalıklı bir dil kullanmıştı.

Çevrimdışı s.kahya

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.773
  • 33.608
  • Müdür Yardımcısı
  • 8.773
  • 33.608
  • Müdür Yardımcısı
# 12 Tem 2013 00:56:18

 Hz. Fatıma,
 '- ya Ali' Hasan, Hüseyin aç, evde yiyecek yok.. gidip yiyecek birşeyler alsana" der.

 Hz. Ali'nin sadece altı dirhemi vardır.
 Yiyecek almak için evden çıkar ve giderken yolda kavga eden iki insan görür.
 Hz Ali: "Niçin kavga ediyorsunuz? Şu âlemde Allah'ı düşüneceğiniz yerde niçin birbirinizle mücadele ediyorsunuz?" diye sorar.

 Kavga edenlerden biri, diğerinden altı dirhem alacağı olduğunu, vermediğini, söyler. Hz Ali cebindeki altı dirhemi çıkarır ve alacaklıya verir.

 Evine geldiğinde eli boştur, 'Cennet kadınlarının seyyidesi',
 "- Ya Ali, hiç mi bir şey almadın?" diye sorunca,
 "- Ama ara düzelttim ya Fatma" der.
 Hz Fatma'nın yüzünde nurlu bir gülümseme belirir.
 Memnundur kocasının bu güzel hareketinden.
 Daha sonra Hasan'la Hüseyin ağlamaya başlarlar, 'açız' diye.

 Bu acı manzaraya dayanamaz ve evden çıkar.
 Yolda bir adama rastlar. Elinde besili bir deve;
 "- Ya Ali bu deveyi sana satmak isterim, ucuza satacağım."
 "- Param yok" der Hz Ali.
 "- Olsun" der adam.
 "- Bu deveyi sana vermeyi çok istiyorum.150 dirhem bu deve. Al sonra ödersin."
 Alır Hz Ali o deveyi.
 Yolda giderken başka adama rastlar.
 "- Ya Ali" der, "ne güzel bir deve bu. Ben bunu 300'e alayım ne olursun reddetme beni."
 Hz Ali: "- Ama ben bunu 150'ye aldım" der.
 "- Olsun, ben çok beğendim bunu" ve deveyi satar.
 Hz Ali mutlu bir şekilde gider yiyecekleri alır eve döner.
 Sonra Peygamber'in huzuruna çıkar.

 Efendimiz(s.a.v.) güler, "gel" der, "ya Ali şu deve hikâyesini anlat".
 Anlatınca da der ki:
 "- Sen ki ara düzelttin. Allah Cebrail'i ile sana deveyi sattı. İsrafil'i ile de satın aldı.
Her kim ki ara yapar, birleştirir, düzeltir, ikilikten insanları kurtarırsa o bendendir ya Ali."

Çevrimdışı ozlemo26

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 396
  • 957
  • 396
  • 957
# 12 Tem 2013 01:33:10
bazı seyler yokken güzeller..

Çevrimdışı snowman

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.646
  • 4.628
  • İngilizce Öğretmeni
  • 1.646
  • 4.628
  • İngilizce Öğretmeni
# 12 Tem 2013 01:39:58
ayağıma aldığım ayakkabılar olmuyor diye üzülüyordum taki ayakları olmayan birini görene kadar.

Çevrimdışı aguclu06

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 97
  • 287
  • Öğrenci Velisi
  • 97
  • 287
  • Öğrenci Velisi
# 12 Tem 2013 01:48:56
“Ya tam açacaksın yüreğini, ya da hiç yeltenmeyeceksin! Grisi yoktur aşkın, ya siyahı, ya beyazı seçeceksin.”şems-i tebrizi

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 12 Tem 2013 22:56:04
Çok fakir evli bir çift varmış. Adamın babasından yadigar bir saati varmış. Fakat bu saatin zinciri yokmuş. Adamın tek hayali babasından kalan bu hatıraya gümüş bir zincir alabilmekmiş. Karısının da o kadar güzel saçları varmış ki o saçlara yakışır gümüş bir toka almak istermiş ömrü boyunca.
Ne var ki bu çok ama çok fakir bir aileymiş ve karınlarını doyurmakta dahi zorlanıyorlarmış. Evlilik yıldönümlerinde kadın bir perukçuya gidip saçlarını satmış. Aldığı parayla da ucuz bir peruk alıp başına geçirmiş, kalan parasıyla da eşinin babasından kalan saate, eşinin o çok sevdiği zinciri almış.

Akşam evinde heyecanla kocasının gelmesini bekliyormuş. Nihayet eşi eve gelmiş. Kadın hemen hediyesini vermiş eşine. Adam üzülerek almış hediyeyi. ’’Nasıl alabildin bu hediyeyi’’ diye sormuş eşine. O da saçlarını sattığını söylemiş. Adam daha da üzülmüş. Çünkü o da eşinin o çok sevdiği tokayı almış, babasından kalan yadigar saati satarak...

Şimdi böyle eşler var mı acaba ? :(((

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 13 Tem 2013 00:19:00
- Hayatın güçlüklerine katlanabilecek kadar İNANÇ,

- Geleceğin daha iyi olacağına inanacak kadar ÜMİT,

- Doğru bildiklerin için mücadele edebilecek kadar CESARET,

- Topluma, ailene, İslam’a faydalı olabilecek kadar SAĞLIK,

- İhtiyaçlarına yetebilecek, zekâtını verebilecek kadar PARA,

- Başkalarının daima iyi yönlerini görebilecek GÖZ,

- Çevrenizdeki insanlara yardım eli uzatacak kadar CÖMERT,

- İnsanlardan karşılık beklemeden yapabileceğin İYİLİK,

- Hayatın zorluklarına karşı hayatı ve insanları kuşatacak SEVGİ,

- Yastık kadar yumuşak ve rahat bir VİCDAN,

- Dili, belini, kalbini, keseni ve gözünü haramdan saklayabilecek İRADE,

- Gördüklerinin, duyduklarının düzelmesini bekleyebilecek kadar SABIR,

- Günahlarını, noksanlarını itiraf edebilecek kadar FAZİLET,

- En kötü halinde bile Allah’ dan razı olabilecek kadar ŞÜKÜR varsa,

SEN MUTLUSUN..

Çevrimdışı bekir7133

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.785
  • 9.869
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.785
  • 9.869
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 13 Tem 2013 00:23:54
Sultan Murad Han o gün bir hoştur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:

- Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var ?

-- Akşam garip bir rüya gördüm.

- Hayırdır inşallah?..

-- Hayır mı şer mi öğreneceğiz.

- Nasıl yani?

-- Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.

Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki, padişah hâlâ gördügü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt'a çıkar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar, sorarlar;

-- Kimdir bu?

Ahali:

- Aman hocam hiç bulaşma, derler. Ayyaşın meyhusun
biri işte!..

-- Nerden biliyorsunuz?

- Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz... Bir başkası tafsilata girer;

- Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar çarşısı'nda çalışır. Nalının hasını yapar... Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine.. Hele yaşlının biri çok öfkelidir. - isterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu?.. Hasılı, mahalleli döner ardını gider. Bizim tedbili kiyafet mollalar kalırlar mı ortada!.. Tam vezir de toparlanıyordur ki, padişah keser yolunu :

-- Nereye?

- Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.

-- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir sey diyemem... Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamızdır. Defini tamamlamak gerek.

- İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.

-- Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.

- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?

-- Mollalığa devam... Naaşı kaldırmalıyız en azından.

- Aman efendim, nasıl kaldırırız?

-- Basbayağı kaldırırız işte.

- Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması, paklanması var. Tekfini, telkini...

-- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.

- Şurada bir mahalle mescidi var ama...

-- Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?

- Ne bileyim, Ayasofya'dan, Süleymaniye'den, en azından Fatih Camii'nden...

-- Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin. Hadi yüklenelim... Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa... Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki, naaş; ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında. Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâlı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de keza... Mechul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine bir hayli vardır daha... Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.

- Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba...

-- Nasıl yani?..

- Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?..

-- Doğru, öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim. Vezir, cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.

- Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar... Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından...

- Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir... Bizim efendi bir âlemdi, vesselam... Akşamlara kadar nalın yapar... Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya!..

-- Niye?

- Ümmeti Muhammed içmesin diye...

-- Hayret...

- Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi. Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek... O çeker gider, ben menkîbeler anlatırdım onlara... Mızraklı ilmihal. Hucceti islam okurdum...

-- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki...

- Milletin ne sandığı umrunda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kabe'yi görmeli...

-- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?

- işte bu yüzden Nişancı'ya, Sofular'a uzanırdı ya... Hatta bir gün; Bakasın efendi, dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. inan cenazen kalacak ortada...

-- Doğru, öyle ya?..

- Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. iş mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?

-- Peki o ne dedi?

- Önce uzun uzun güldü, sonra;

- Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne?

Çevrimdışı favori

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 158
  • 462
  • Öğrenci Velisi
  • 158
  • 462
  • Öğrenci Velisi
# 13 Tem 2013 22:18:31
HER GECE YASİN SURESİ OKUYAN ŞEHİD OLARAK ÖLÜR
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:“Her gece Yasîn sûresini okuyan kimse, muhakkak sûrette şehid olarak ölür.”
“Ölüm hastası yanında Yâsin-i şerîf okununca, her harfi için bir melek gelip rûhunun kolay çıkmasına duâ eder. Yıkanırken yanında bulunurlar. Cenazesi ile birlikte giderler. Namazında, defninde bulunurlar ve hep duâ ederler.”
“Kabristana giren kimse, Yasîn sûresini okusa, o gün meyyitlerin azapları hafifler. Meyyitlerin sayısı kadar, ona da sevap verilir.”
“Yanında Yasîn-i şerîf okunan hasta, suya kanmış olarak vefât eder ve doymuş olarak kabre girer.”
“Müslüman bir hasta yanında Yasîn-i şerîf okunursa, Rıdvân ismindeki melek Cennet şerbeti getirir. Suya kanmış olarak ruh teslim eder. Doymuş olarak kabre girer. Suya ihtiyacı olmaz.”
“Yasîn okuyunuz. Onda on bereket vardır. Aç okursa, doyar. Çıplak okursa, giyinir. Bekâr okursa, evlenir. Korkan okursa, emin olur. Mahzun okursa ferahlar. Misafir okursa, seferde yardım görür. Kayıp bulunur. Hasta okursa şifâ bulur. Ölü üzerine okunursa azabı hafifler. Susayan okursa, suya kavuşur.”

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 17.412
  • 177.324
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 15 Tem 2013 15:53:23
Adam sordu:
''Acayip nedir? Acayipten daha acayip nedir?''

Hz. Ali (r.a) cevap verdi:
''Dünya acayiptir; dünyayı sevmek ise ondan daha acayiptir.''

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK